Huyu suyu plastik bir Şahmaran!
Netflix’in son yerli dizisi ‘Şahmaran’ yayınlandı. Yönetmenliğini Umur Turagay ve Bertan Başaran’ın üstlendiği dizi, insan başlı yılan gövdeli Şahmaran’ın Anadolu mitolojisinin en bilinen yaratıklarından biri olduğu seyirciyi fantastik bir yolculuğa çıkarıyor.
ŞAH ŞAHMARAN, ÖLÜM VE YAŞAM
Diziye geçmeden önce biraz Şahmaran’dan bahsetmek istiyorum. Şahmeran, ismen yabancılaştırmadığımız bir varlık… Fars kültürüyle önemli etkileşimi olan, dilden dine pek çok alanda yorumlar getirip alan bir toplum olarak Şah, adeta günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası. . Satrançtan siyasete, müzikten edebiyata nereye baksak bir kral görürüz. Yılanlar ise mitolojinin, özellikle Doğu mitolojisinin hayranlık uyandıran yaratıklarıdır… Aynı anda hem fayda hem de zararın simgesi olan başka bir canlı muhtemelen yoktur! Kendi kuyruğunu yiyerek zamanın sonsuzluğuna işaret eden yılanlar, her şeyi bir döngü içinde bırakarak şifayı ve ölümü temsil ederken; esnek, feminen bedenleri taşıdıkları zehirle insanı ölümün eşiğine getiriyor. Hanımın kuşatıcı şefkati ileri gidince bunaltıcı olurken bazen zehri yumuşatır bazen de hasta eder. Yılanın tedavi ile özdeşleşen bu yanı, aynı zamanda merhamet ve üremenin simgesi olan hanımla da ilişkilendirilmesine neden olur. Yılan hanımların vazgeçilmez hayvanlarından biridir. Toplumsal rollerden süzülmüş ve ön yargılarla bezenmiş bir benzetme konusudur. Örneğin yılan dilli/çatallı dil söylemi adeta kadınları dedikoducu sayarak toplumsal yaşamda etkisiz hale getirmek için alınmış bir önlemdir.
Yılanların kralı, hanımların kralı! Biraz Medusa’ya benziyor, biraz Siren’e benziyor. Davet eder, çeker, iyileştirir. Ama aynı zamanda korkutuyor… Şahmeran hikayesiyle ilk karşılaşmam 90’lı yılların başında oldu. Televizyonda ’93 yapımı Şahmaran’ı izlediğimde muhtemelen okuma yazma bile bilmiyordum. Zülfü Livaneli’nin masalsı anlatımına Türkan Şoray’ın güçlü oyunculuğu eşlik etti. İlginç, sinemadan iç mekan sahnelerini hatırlıyorum. Daha çok Binbirdirek Sarnıcı ve Anemas Zindanlarında geçen bu sahnelerde Türkan Şoray’ı nedense kocaman hatırlıyorum. Yılanın gövdesi sanki koridora sığamayacakmış gibi uzuyordu. Daha sonra filmi izlediğimde aklımda kalan bir görüntü olduğunu fark ettim. Afiş ile sinemadaki atmosferi birleştirerek böyle bir sonuca vardım herhalde. Aklımın oynadığı bir oyundu! Çocuk aklımla o koridor, o mağara atmosferi beni korkuttu. Mağara tam anlamıyla konuşuyordu! Ağzıyla girmemesini tavsiye ediyor ve onu korkutuyor, bir kere girdikten sonra çıkışın imkansız hale geldiğini ve insanın yılanla (kaderle mi?) yaşamak zorunda kalacağını söylüyordu. Yaşamla ölümün bir yılan aracılığıyla bir köşede buluşması önemliydi. Kaygıyı aşıp kuyuya düşmeden, o kuyuya düşmeden yaşamak mümkün değil de, kalarak nasıl hayatta kalınır? Zehir hayatın mühletine mi dönüşmüştü? Azı (şefkat) tat verir de çokluğu (şehvet) bıkkınlık ve keyif verir mi? Şahmaran tüm bu çelişkileri dile getirmek üzereydi. Et ve kemikti.
CEHENNEM SICAKLIKLARINDA ADANA’DA GÖL İÇEREN AŞKLAR!
Netflix’in ‘Şahmaran’ına dönersek, dizinin hikayesini kısaca özetleyerek başlayalım. Adana’ya gelen Şahsu (Serenay Sarıkaya) hem yıllar önce annesinden ayrılan dedesiyle barışacak hem de hocasının konuğu olarak üniversitede ders verecek. Dedesi Davut’un (Mustafa Uğurlu) huzuruna çıkıp içindekileri döken genç hanım, öğretmeni Tutku’nun (Ayşe Lebriz Berkem) teklifi üzerine bir dönem şehirde kalıp asistanlık yapmaya karar verir. İlk günler banyosu olmayan bir otel odasında kalan ve zor şartlar altında temizlenen Şahsu’yu sürprizler beklemektedir.
Büyükbabasının gizemli ve etkili komşuları yılan soylulardır. Mar ırkından gelen Maran (Burak Deniz) da kehaneti gerçekleştirmesi beklenen kişidir. Seçilen Maran, yılan ırkını kurtarmak için insanlarla birleşecektir. Cenin pozisyonunda yatan ya da ağzı kuyruğuna dönük bir insanı çağrıştıran Şahsu ve Maran’ın iç içe geçmiş kaderleri gözler önüne seriliyor. İki güçlü karakter birbirini itmeye çalıştıkça daha da yakınlaşıyor.
SERENAY SARIKAYA’NIN BİR YANLIŞI OLURSA O BURAK DENİZ OLUR!
Şahmaran’ın değerlendirmesine anlatısından başlamak istiyorum. Öncelikle dizinin fantastik olayları ne ölçüde özümsediği ve mitolojik çatışmayı nasıl yansıttığına bakmak gerekiyor. Televizyoncu senarist Pınar Bulut, ‘Şahmaran’ için on metreden bol bakışlı ve kesişmeli beyaz camın yüzeyselliğini tercih etti. Seyirciyi yakalayacak ve çekecek bir sahne izleyemiyoruz. ‘Ezel’de de imzası bulunan Bulut, buradaki dramatik başarıyı ‘Şahmaran’a taşıyamadı. Bu nedenle, hayali sahneleri zayıf ve teknik olarak kusurlu olan metin tabanlı bir dizi, çıkış noktası olan hikayeyi verimli bir şekilde işleyemez.
Diziyle ilgili sosyal medyada yapılan yorumlarda “aşk hikayesinden bıktık” hakim oldu. ‘Şahmeran’da aşk hikayesinin öne çıkması anlaşılır bir durumdur çünkü derdin özü yılanların ve insanların mağduriyet ve ayrılık üzerine kurulu sevgisidir. Bu ayrılık sadece fiziki bir ayrılık değil, bir fikir ayrılığı, bir vicdan ayrılığıdır. ‘Şahmaran’ bu ayrılıkları ve tanışma çabalarını çarpıcı bir şekilde, bir peri masalı gibi işleyebilirdi ama doğal olarak Serenay Sarıkaya’nın bıyığı olsaydı, Burak Deniz olurdu!
Bu benzetmeyi ucuz bir şaka yapmak için kullanmadım. Demek istediğim, ‘Shahmaran’ iki ikonu bir araya getirerek mükemmel bir resim çiziyor… Hoş, havalı hanımefendi ve güzel, güzel adam. Denizde çıplak yüzmek, komşu çiftliklere bakmak, pencerelerin önüne tırmanmak ve kur yapmak. Hikaye o kadar kolay ki ‘Şahmeran’ hikayesi ayıp oluyor. Rivayetlerde iki beğeni âşıklarının dikkat çektiği kabul edilir, ancak dönemin iki ünlü ismini medya manzaralarından ve kimliklerinden koparmadan bir efsaneye sığdırmak büyük bir kusurdur. İnsan ve yılanın aşkında ve bağında öne çıkan tarafların gücü ve hoşluğundan çok aşkın imkansızlığı (hikayeden pay) değil mi? Bu alakayı çarpıcı kılan şey, (ilk bakışta) bir tesadüften doğması ve bir cinayete teşebbüsten sonra ihanetle düzene dönmesi, tarafların duştan uyanışı değil mi? Dizide bereket efsanesi, birbirini seven güzellerin flörtüne indirgenmiştir.
Netflix’in efsanelerden derlenen hikayelerinde hep belli bir sorun var, platform efsaneyi güncele bağlayamıyor. Atiye’de de benzer bir kısırlığa tanık olduk. Hikâyelerde nedensellik aranmaz. “Zaten o bir efsane, seyirci o kadar sorgulamıyor” diye düşünülmeli! Dizilerin günümüzde, yani seyircilerin zamanında geçtiği ortaya çıktığı için bu bağ çoğunlukla sorgulanmaktadır. Bin yıl önceki bir problem, bin yıl önceki zaman/şartlar bağlamında anlatılırsa, konunun uzmanları tarafından eksiklik fark edilebilir. Ancak akıl almaz olaylar bugüne sığdırılmaya çalışıldığında züccaciye dükkanına girmiş fillere dönüşürler.
Platformun fantastik işlerdeki başarısızlığının bir diğer önemli nedeni de her efsaneyi birebir kalıba dökmesidir. Sanırım burada da senaristler ve yapımcılar şöyle düşünüyor: “Masallarla bilmeceler aynı şekilde başlayıp bitmez mi! Neden bizim işimiz bitmesin?” Çağımızın başka bir çağ olduğu bir kez daha hatırlatılmalıdır. Masallar başlar ve biter ama günümüzde aynı motiflerle tüketilmezler. Üstelik ilaç etkisinden tamamen yoksundur. Çağımızda özgünlüğe de tüketimin bir parçası olarak değer verilmelidir. Bugün özgünlük gıda boyası, renklendirici ve tatlandırıcı… Söz konusu katkı maddeleri… Netflix’in Türkiye’de çektiği fantastik yapımlarda hep aynı tadı alıyoruz. Ne denir? Yapay da olsa, insanlar yeni şeyler arıyor!
ŞAHMARAN’A AĞLAMAYAN VE SOĞAN DOĞAN SEYİRCİ
Serinin olumsuz yönlerinden bahsedeceğim. “Neyi olumlu yazıp olumsuza geçtiniz” diyeceksiniz. Haklısınız, olumsuz görüşlerim bitti, daha çok olumsuzluk zamanı! Platformun bir hafta sonunda bitecek olan dizilerinden ‘Şahmaran’; Tek sorun senin bundan haberin olmaması! Dizi hafta sonunda bitiyor ve sağlığı sorulduğunda seyirciye “Kızılcık pekmezi içtim”, “Soğan doğruyorum”, “yooo” dedirtiyor! Ne yazık ki ilk bölümden beri merak uyandırmayan bir yapım izliyoruz. Adana’ya doğru atılan ilk adım bile kusurludur. Şahsu, istasyonda tek başına durur, sonra bir taksiye biner ve oradan ayrılır. Gar ve taksinin ortasında gizemli bir müzik ve rüzgarın kaldırdığı toz vardır. Kusura bakmayın ama çok amatör bir beste izliyoruz. Bu tür sorunlar dizi boyunca devam eder. Maran’ın bir diyalogda itiraf ettiği gibi, Addams ailesi olarak çizilmek veya “Alacakaranlık” ı çağrıştırmak şöyle dursun, ailenin kırılgan tepkileri gülünç görünüyordu. Hep panik halindeler. Tamam, asırların hasretini giderip hür olacaklar, bunun için Şahsu’yu melanetten koruyacaklar; Hassas olmaları normal ama neden bu kadar çocukça endişeleri var? “Şahsu geliyor, Şahsu gidiyor.” Bu tavırlar “Ne Şahsu arkadaş” dedirtir!
Ana karakterler kötü çizilmiş olduğu için diziye giremiyoruz. Ancak karakterlerin hikayesine destek olan garip aile üyeleri ve Şahsu’nun her zaman atlet içinde olan sessiz dedesi de pek ilgi çekici değildir. Öte yandan merak uyandırarak sürprizler bekleyeceğimiz yan karakterlerden yoksun bir dizi izliyoruz. İlk bölümlerde dilsiz bir kadın gelir ve Şahsu’ya süt içirir. Hanımın yılan olduğu bir kilometre öteden anlaşılıyor. Bir taşın üzerinde yatan çıplak bir kadın var. Yüzünü görmüyoruz, kıpırdanıyor ama merak adına hiçbir şey söylemiyor. Dizide sürpriz yok. Her fantastik hikayenin sonunu aşağı yukarı tahmin ediyoruz. Herhalde bizim tipimiz gereği bu sezgisel bir yaklaşım ama ‘Şahmaran’ sonunu tahmin edecek bir coşku bile bırakmıyor. Çünkü bütün yük Şahsu ve Maran’ın “ateşsiz” aşkına verilmiştir. “Ateşsiz” diyorum çünkü taraflar ne kadar öpüşüp koklasalar da asla son noktaya ulaşamıyorlar. Tipik Yeşilçam reflekslerini takip ediyoruz. Maran, sarhoşken Shahsu’nun “sahibi” değildir. Aslında bu bir mülkiyet meselesidir. Hikayesi itibariyle kadını ön plana çıkarması beklenen dizide toplumsal ezber bozulmaz. Onun yerine bol bol erotik göl sahneleri izliyoruz. ‘Şahmaran’ röntgenciliğiyle maskülen bakışını ortaya koyan bir yapım. Bu röntgenciliği sadece kadın bedeni için düşünmeyin. Her iki kahraman için de yakın takip konusu… İkisi de cinsel obje… Anlatının önüne hem dramatik yapıyı zedeleyen hem de mitolojik unsurları gölgede bırakan yüzeysel bir erotizm hakim.
‘Şahmaran’daki bir diğer olumsuzluk ise oyun benzeri diyaloglar ve gerçeğe uymayan sahneler. Maran ailesi “yüksek” ve oldukça yapay bir şekilde konuşuyor. Neden bu abartı?
Dizide birçok sahneye özen gösterilmemiş. Birkaç kolay örnek verelim. Hıdırellez sahnesinden maskeli balo çıkardılar. Batı’da karnavalın, Doğu’da cümbüşün kültürel desteklerden kaynaklanmadığı göz ardı edilmektedir. Yine küçük yanlış anlaşılmalar var. Cihan, Şahsu’yu Adana’nın meşhur mahallelerinden birinde bir kafeye götürür. ne demek “Ben gerçek Adana’yı gösteriyorum” diyor, bakalım hanım buna hazır mı? Burada insanlara yapılan yanlış ve saldırgan muameleden bahsetmiyorum bile. Artık bu tür marjinalleşmeye alıştık. Fakir işçi sınıfı mahallelerine suçlu bir tatlılık atfedilir. Adana’da ‘Zerobir’ rezidans yapımı ‘Narcos’ tadında bir yapımdı ve bu da suç çekiciliğini oldukça artırdı. Dikkate değer bir diğer bahis de Şahsu’nun akademik hayatı. Şahsu öyle bir akademisyendir ki hocası Tutku ona “bir dönem öğretmen ol” diye yalvarır. Elbette Şahsu Boğaziçi mezunu toplumsal cinsiyet tartışmalarını Adana’ya taşıyacak. Hindistan’a medeniyet getiren İngiltere kutsanmış! Ancak görünen o ki Şahsu yetkin bir öğretmen değil. Ders verirken “Rebecca” ya döner ve ayrılır; “İzleyelim, sonra tartışalım” diyor. Hitchcock’un başyapıtlarından biri olan film iki saatin üzerinde! İki saat sonra tartışacak yer kaldı mı? Peki ya Cihan’ın sümüksü hali? Cihan da araştırma görevlisi, öğrencilerle arası çok iyi. Okula yürürken öğrencilerin kahvelerini alıp içer. Daha ne! Türkiye’de böyle bir öğretmen modeli var mı? Devlet üniversitelerinde bu hamleyi yapsa ayıp olur. Bir vakıf üniversitesinde ise muhtemelen tam tersidir. Öğrenci kahveyi akademisyenden alıyor ve ardından yanağına makas saplayarak alışverişi tamamlıyor!
Kısacası ‘Şahmaran’ kelimesi pek çok farklı başlığı olan demirbaş bir yapımdır.
YILAN HİKMETİNİ BEKLERKEN PLASTİK AKTÖRLER
‘Şahmaran’ın öyküsünü akıtamamak ve işleyememek gibi temel sorunları var. Uyumsuz, heyecanı düşük, atmosferi boğuk bir drama… Yukarda bileklerimiz yorulana kadar yazdık, konuşmaya çalıştık. Ama bitti diyemeyiz. ‘Şahmaran’ siz bitti (bu kâbus) demeden bitmez! Bölümler ilerledikçe oyunculuğun da pek parlak olmadığını görüyoruz. Ama yine, bu genel bir sorun meselesidir. ‘Şahmaran’ oyunculardan oyunculuk talep etmedi, onları oldukları gibi aldı ve sahneye yerleştirdi. Maran’ı Maran yapan hiçbir şey yok. Maran’dan çok Burak Deniz’i izliyoruz. Deniz ‘Bitmemiş Aşk’ta aynı fiziğe, aynı mimiklere ve mimiklere sahipti ama çok iyi oynadı. Bu sıkıcı durum Serenay Sarıkaya için de geçerli. Mesela büyük küpe takmayı seven Sarıkaya, ‘Şahmaran’da bu alışkanlığına kadar epey mesafe kat etmiş ama role hazırlandığına dair herhangi bir emare bulamıyoruz. Şahsu değil Sarıkaya oynuyor. Bundan önce, fatura metne ve yönetmene kesilmelidir. Daha da kötüsü Cihan karakterinde izlediğimiz Mert Ramazan Demir. Kalın kara kaşlı güzel bir delikanlı koyulmak istenmiş ama “böyle yap, böyle yap” denilmemiş. Demir, ‘Yalıçapkını’ dizisindeki kadar konuşuyor, yürüdüğü kadar yürüyor. Dizideki gibi “Tamam” diyor! Aynı ayna! Bu tabii ki oyuncuya da zarar veren bir yaklaşım.
Yetenekli Günşiray (Ural), Mustafa Uğurlu (Davut), Ebru Özkan (Çavgeş), Hakan Karahan (Lakmu) gibi tecrübeli isimler de dizide etkisiz kaldı. Uğurlu ekrana ahenk katan bir oyuncu, Günşiray ise teatral kaldı. Özkan ve Karahan aslında sönük rollerdeler. Ural’ın Addams ailesinden üç kızı arasında Diba rolüyle Berfu Halisdemir öne çıkıyor. Elif Nur Kerkük ile birlikte dizide oyunculuğun hakkını verenlerdendir. Hare’de Nilay Erdönmez ve Bike’de Nil Sude Albayrak zayıflıyor. Plastik olarak başarılılar; İğrenç olması amaçlanan bu amaca ulaşılmıştır, ancak aktör olarak etkisizdirler. Meğer dizideki bir oyuncuya “oynama, dur, dolaş” demek çok kötü bir şeymiş!
**
‘Şahmaran’ her yönüyle üst düzey bir yapım… Kimin neyi, ne amaçla yaptığını anlayamadığımız, takip edemediğimiz hikâye (Davut’un atletle, Şahsu ve Maran’ın tekneyle sürekli dolaşması da dahil) yıllardır yerinde duruyor. uzun zaman. Seyirciyi içine çekemeyen ve merak uyandırmayan dizi, sonunda iyi ve güzelin flörtünü ve Adana sıcağıyla baş etme mücadelesini kaydeden bir belgesele dönüşüyor. ‘Şahmeran’ kıvrılıp akıp gitmesini beklediği sürece ileri doğru hareket eder, kırılır ve döner; sürünmez, seyirciyi süründürür!